30 Nisan 2011 Cumartesi

Bahar Etkisiyle Yazilmis Bir Cift Soz

Bir insanin basina gelebilecek en guzel sey sevmek herhalde. Insana "insan" oldugunu hatirlatan nadir seylerden biri bence sevgi. Insana vucudunun icinde ondan ayri calisan bir sistem oldugunu hatirlatan bu muzur sey, keske hepimizi bulsa da, hepimiz ne oldugumuzu hatirlayabilsek.
"The greatest thing you'll ever learn is just to love" sozunu ele alirsak (and be loved in return kismina dokunmuyorum) kesinlikle soyleyenin hakli olduguna kanaat getirebiliriz. Sevmek bir yetenektir, bazilarinda dogustan vardir, bazilari sonradan gelistirir; bazilari ise sevmeyi ogrenemeden olup gider. Hicbir zaman o midedeki kelebekleri, kalpteki ziplamalari bilemez bu insanlar. Belki eksikligini bile hissetmezler bunlarin; ama bu dunyaya yarim gelip yarim gitmis olurlar.
Nedense insanlarin birbirlerini sevmesi ve beraber olmalari bana inanilmaz bir mutluluk veriyor. Neden bilmiyorum. Sanirim aska ve sevgiye, onlarin kendilerine inanabileceklerinden daha fazla inaniyorum. Bu yuzden de kalbimi gururla tasiyorum...

17 Nisan 2011 Pazar

Kiralik Adam

Bir gun elbet ona deger verecek o dogru adami bulacagina inandigim en yakin arkadasima...

N'olur sen de inancini asla kaybetme...


Masanin uzeri burusturulmus yuzlerce kagitla doluydu. Hep benzer cumlelerle basladigi mektuplardi bunlar. "Ben" yaziyordu: "cok yoruldum." Biraz bekliyor, ayni cumleyi tekrar tekrar okuyor ve kagidi burusturuyordu. Saatlerce nasil yoruldugunu anlatmak icin dogru kelimeleri aramis olsa da, bir turlu bulamiyordu. O kelimeleri bulamadikca, icindeki hisleri bir turlu atamiyordu. Bir hastalik ki icinde aylar boyunca buyumustu; once kalbini ele gecirmisti - bunu kabul edebilirdi; ama simdi beynini de ele gecirmeye calisiyordu.
Yirtmaktan geriye sadece 2 sayfasi kalmis olan defterinden bir sayfa daha kopardi ve uzerine ilk tanistiklari tarihi yazdi. Her seyi teker teker hatirlayacakti. Belki bu ona aci verecekti; ama baska turlu de onu yasayamayacakti. Bu yuzden, tarihi atti:
Nisan.
Evet aylardan Nisandi. Iste o gun baslamisti her sey. Icinden cikamayacagi her sey o zaman filizlenmeye baslamisti. En guzel duygulari yasamis ve hicbir seyden de korkmamisti.
Mesela bir gun birbirlerini gormuslerdi; ama bir turlu birbirleriyle konusma cesaretini bulamamislardi. Sadece oylece bakismislar; ancak o arada bile bakislariyla birbirlerine bircok seyi anlatmislardi.
Bir an elinden kalemi firlatti. Bunu yapamayacakti. Guzel her aninin kalbinden bir parca goturdugu kesindi. Atmak lazimdi bu aciyi. Iste bu yuzden bir anda oldugu yerden firladi ve kendine kocaman bir kutu buldu.
Yasananlari dusununce bir hayli kucuk bir kutuydu bu; ama bazi seyler icin yeterdi.
Kutuyu yere koydu ve cilginca odasinda "O'nunla" alakali her seyi kutuya atmaya basladi.
"O'nun" sevdigi parfum. Kutuya.
"O'nun en sevdigi kitap. Kutuya. Zaten lanet bir kitapti her satirini onu dusunerek okudugu icin.
"O'nun" en sevdigi dergi.
Bircok seyi kutuya yerlestirdikten sonra, her seyi atsa da "O'nu" tamamiyle kutuya koyamayacagini fark etti. Bir an kafasini acip beynini de kutuya koymak istedi; ama yapamadi. Bir sure sadece kafasina amacsizca vurup canini acitti; ama bunlarin hicbiri ise yaramadi.
Kutuyu yuklendi ve agir adamlarla odasindan cikti, kutuyu coplerin arasina koydu.
Iste bu kadardi.

Zaman her seyin ilacidir derler ya, bir ilac gibi her gun biraz dozu kadar zaman ilaci aldi. Ta ki annesi bir gun ona uzun sure once biraktigi bir seyi geri getirene kadar...
Kutuyu.
Odasindan aceleyle arkadaslariyla bulusmak uzere ciktiginda, annesi kapida elinde ustu tozlu bir kutuyla bekliyordu. Once bir seyler soylemek icin agzini acti; ancak cumlesine baslayamadan kiz annesinin elinden kutuyu cekip aldi.
Icinde neler oldugunu, icine neler yazdigini adi gibi hatirliyordu. Unuttugunu sandigi her sey, teker teker geri geliyordu.
- "Anne, neden?"
- "Senin icin degerli oldugunu biliyordum. Tutmamin daha dogru oldugunu dusundum."
Annesiyle beraber yere oturdular ve kutudakileri teker teker cikardilar.

Gelecekteki kendisine ve "O'na" yazdigi bir mektup:
"Bir gun butun bunlari seninle beraber okumak dilegiyle..."
Kendi kendine guldu ve sakladigi her seye tekrardan bir bakti. O sirada telefonu caldi. Arayan erkek arkadasiydi. Telefonu mesgule verdi ve uzunca sure "O'nun" en sevdigi kitap olan Kiralik Adam'a bakti. Kiralik asklarin adami, kiralik adam...

Ayaga kalkti.
- "Anne rica ederim bunlari yok et, hem de hepsini. Bu sefer son olsun."

Kapiya yoneldi ve kapiyi actigi anda annesi arkasindan seslendi:
- "Sana deger vermeyen nedense gozune hep degerli gozukebilir; ama sana oyle davranan sadece korkagin tekidir. Ben kizimi o korkaklardan daha guclu olsun diye yetistirdim, onlardan birini hep kalbinde tasisin diye degil."

Kiz annesine bakamadan evden cikti ve gozunden bir damla yas suzuldu. Yillarca butun biriktirdiklerini aglayamadigindan sikayetciyken, simdi bir yas digerini takip ediyordu. Sonunda agliyordu ve yuzunde "O'nu" tamamiyle kalbinden atabilmenin gulumsemesi vardi...

12 Nisan 2011 Salı

Kafatası


Hadi biraz defterin dışına çıkalım.
İnsanlığın en büyük sorunu: iletişimsizlik. Gerçekten. Birbirimize dertlerimizi anlattığımızda algılarımızın kapalı olması ve birbirimizi anlayamamamızdır bizi her zaman geride tutacak olan.
İletişimsizlik evre 1: Karşı tarafa mesajı iletememe.
Bir şey anlatırsınız; ama algılar kapalıdır.
Sonuç: Mesaj oraya ulaşamaz.

İletişimsizlik evre 2: Havayla konuşma.
Mesaj iletilir; ama beyne ulaşmadan bir yerlerde takılır ve bütün söylenenler boşa gider.
Sonuç: Karşıdaki sadece “Acaba bir mesaj mı vardı?” der.

İletişimsizlik evre 3: Anlamazlıktan gelme.
Mesaj iletilir, üstüne üstlük anlaşılır; ancak karşı taraf anlamamayı tercih eder.

İletişimsizlik evre 4: Vazgeçme
“Kendimi anlatamıyorum, bari denemeyeyim.” denilen evredir.  

Kafatası gerçekten çok güçlü bir bariyerdir. Siz hiç “kırılan” kafatası duydunuz mu? Damdan düşersiniz; onda da anca anca ezilir. Öte yandan o kafatası o kadar kalındır ki, oradan bir düşünceyi bırakın, bir kelimeyi hatta bir harfi zar zor geçirirsiniz.
İletişimsizlik insanlığın en büyük sorunu. Gerçekten.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Bugün

Herkes haklıydı.
Bugün bütün gün konuşulanlar ve daha sonra duyduğum hikayeden sonra, gerçekten neye inanmalıyım tam olarak bilmiyorum.
Yazmak istediğim birçok şey var; ama artık onları nedense kelimelere dökemiyorum. Kafamda sadece sorular kalıyor ve onları da sanırım cevaplayamıyorum; oldukları gibi kalıyorlar. Belki ne olduklarını bile bilmiyorum.
Arkadaşlarımdan birinin bugün anlattığı aşk hikayesinden sonra ve etrafımdakileri de gördükten sonra, gerçekten aşk diye bir şey yok. Artık eminim ben. Herkesin öyle kalbi kırılıyor ki, ben herkes için endişelenmeyi bırakırsam, eminim, ben de her şeyden korkacağım.
İçime bugün böyle öyle şeyler oturdu ki, gerçekten ne demem gerektiğini bile bilmiyorum.
Sadece yazmalıydım.
Yazıyorum.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Benim Hikayem


Blogumdan ne kadar uzak kalmışım yahu! Kendisini çok özlemişim, ne yalan söyleyeyim; ancak kendime yeni bir defter aldığımdan dolayı, bloga yazmaktansa artık deftere yazıyorum. Hem daha bohem oluyor; ileriki zamanlarda kahve ya da çay lekesi de bırakmayı düşünüyorum kağıtlarda. Geri dönüp baktığımda bir nostaljik olurum, fena mı?
Peki ben yokken bu süreç içinde neler oldu? En başta, Amerika’dan – Amerika bile değil – Brown’dan kabulüm geldi. Sonunda istediğim gibi oyunculuk okuyabileceğim, harika değil mi? Yıllardır odamda tuttuğum Oscar heykelciğime az da olsun yaklaşabildiğimi bilmek, bana inanılmaz bir gurur veriyor. Başından beri gitmemi ailem istemezken onlara çaktırmadan başvurumu yapıp yollamam bence en başarılısıydı sanırsam. Her ne kadar yüreğim son zamanlarda gitmeyip, Türkiye’de kalmayı yeğliyorduysa da, kabul mektubunu gördükten sonra bir saniye bile düşünmemem gerektiğini anladım. Ben sadece çok şanslıydım; hem de belki de hayatımda ilk defa çok şanslıydım.
Ölüyormuş gibi konuşmak istemem; ama şu da doğru ki, burada geçireceğim son 5 ayıma girmiş bulunmaktayım. Beş ay sonra sadece üçer ay aralıklarla Türkiye’de olacağım; yani hayatımın çoğunu artık başka bir yerde, hayatımda hiç gitmediğim, hakkında hiçbir fikrimin olmadığı bir yerde geçireceğim. Sanırım bu da tam benlik bir şey: tam bir macera.
Her zaman hayatımın güzel bir hikaye olduğuna inandım. Bu yüzden de hep bir şeylere inandım. Her zaman bir şeylerin gerçekleşmesini bekledim; başıma gelen şanssızlıkların bile “hikayeye daha fazla okur çekmek için” olduğuna kendimi kandırmaya çalıştım. Kabul etmek lazım, bazen öyle bir “drama queen” oluyorum ki, bütün dünyanın benim etrafımda döndüğünü düşünüyor ve hikayeme filmlerden birkaç sahne daha eklemeye çalışıyorum. Bazen olmuyor; ama olsun. Umutsuzluğa kapılıp: “Belki benim hayatımın da kimsenin hayatından farkı yoktur.” diyorum; ancak sonra kendime hatırlatıyorum: Bu benim hikayem ve bana özel her satırıyla.
Gitmeden önce burayı önümüzdeki dört yıl için en güzel şekliyle hatırlamak istiyorum. İyisiyle ya da kötüsüyle, sonuna doğru dünyanın en şanslı kızı olduğum bu öyküyü, daha da güzel tamamlamayı istiyorum. Belki çok fazla şey istiyorumdur; ama buralardan kalbim buruk da gitmek istemiyorum…