15 Nisan 2012 Pazar

Gariplikler

Yazmam gereken beş sayfa olmasına rağmen oturdum blog yazıyorum. Marx hakkında bir şeyler yazmaya çalışırken kendimi başka yerlerde buldum resmen. Neyse, anlatacağım konuya gelelim. Twitterda da dile getirdiğim gibi, oda arkadaşım ve sevgilisinden ne kadar rahatsız olduğumu sağır sultan duydu artık. Çok aksiyonlu bir çift olmasalarda da, durmadan aksiyonları hep benim yanımda gerçekleştirmeyi seviyorlar. Neyse, onların ki de fantazi. Gel gelelim, bugün çocuğu kızı beklerken yatakhanenin terasında tek başına otururken gördüm. Bana baktı, merhaba filan dedi. Sonra biraz garip olsa da, napıyor diye baktım, öylece etrafa bakıyordu çocuk. Sevgilisini bekliyordu. Sevgilisi de yan binada bir konferanstaydı. O an nedense yaptıkları her şeyi unuttum ve çocuğun o hali bana çok saf geldi. O da insan dedim kendi kendime, o da birini seviyor. Herkes sevdiğini birini bekliyor işte. Bazılarımızın bekleyişleri uzun, bazılarımızınki kısa. Yeter ki beklemeye deyecek "bir" insan olsun hayatımızda, beklemenin tadı da bir başka. - ne güzel bağladım ama sonunda.

İyi geceler Amerika, günaydın Türkiye.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Pamuk Şeker

Söylemek istediğim üç-beş bir şey vardı. Aldım kucağıma laptopumu, içimden gelenleri yazmaya başladım.
Bu blogu yazmaya başladığımda deli gibi aradığım o şey var ya, aşk denilen o şey, yaşayınca daha da garipmiş be kardeşim. Sahip olamadığın sürece çok farklı şeyler düşünüyorsun aşk hakkında. Pamuk şeker gibidir herhalde diyorsun ya da belki bir margarita pizza. Sonra aşkı bulunca anlıyorsun ki, biraz naneli sakızdan sonra içilen soğuk su, biraz da 100. kattan asansörle düşmenin verdiği his gibi. Şuursuz ve bir o kadar da ilginç bir şekilde heyecan verici.
Bana gelince, ben 100. kattan düşerken bazen "stop" düğmesine basmayı seviyorum. Sırf tırsaklığımdan ha, başka nedeni yok. Kendi kendime bazı şeyleri dert ediyorum; sanki düşmek daha güzel değilmiş gibi. Bazen de bütün tuşlara birden basıyorum, sırf muzurluk olsun diye. Asansörün kafasını karıştırmaya çalışıyorum - kendi kafamın karışmış olduğunu çaktırmamak için.
Hiçbir şey tek başına olmuyor tabii. Naneli sakızdan sonra o soğuk suyu içseniz de, bunu birine anlatmanız, biriyle paylaşmanız gerekiyor. O yüzden, önce biri size o sakızı veriyor; sonra siz daha ne olduğunu anlayamadan soğuk suyu da içiriyor. Bir bakmışsınız: aşık olmuşsunuz. İşte ondan sonra işin çetrefilli tarafı başlıyor. Olmadığınız bir insana dönüşüyorsunuz. Bazen daha takıntılı, bazen daha rahat, bazen daha üzüntülü, çoğu zaman daha manyak. "Yoksa...?" soruları beyninizi dolduruyor ve işin içinden çıkamıyorsunuz.
DURUN! Cidden.
Ya da belki de sadece ben durmalıyımdır ama; neyse....

Aşk, insanlardan daha iyisini hak ediyor, ya da ben bütün bunları hak etmiyorum.

"İçimin ısındığı her anı çöpe attığım ve seni üzdüğüm her sefer için özür dilerim."

19 Haziran 2011 Pazar

Kindar Sürpriz

En son yazdığım şeye baktım ve kendi kendime hafifçe gülümsedim - harbi hafifçe gülümsedim, o kadar çılgınca gülmedim. (bkz: vay şu keratanın dediklerine bakın hesabı bi gülümseme) Sevilmek harbi güzel şey, ona hiç lafım yok. Herkes sevmeli, en azından bi kere. Sanırım daha fazlası da bünyeye zarar, her şeyin fazlasının zarar olacağı gibi. Sonra bir bakmışssınız ki, kalbiniz tuzu fazla bir çorbaya dönmüş; hiç işe yaramaz, çöpe dökseniz yeridir o çorbayı.Tabii her şey sadece sevmekle olmuyor, baya bir şey de öğrenmeniz gerekiyor ki bu en kötü kısmı herhalde sevmenin. Bir insanı tümüyle farklı yönlerinden tanıyorsunuz. En güzel hallerini görürken, en iğrenç hallerini de görüyorsunuz; bazı şeyleri batıyor, gözlerinizi kapatmak istiyorsunuz; bazen oluyor, bazen olmuyor. Bazen kulaklarınızı tıkayasınız gelmiyor ve en sakin gününüzde bile olsanız kulaklarınızı tıkamak yerine açıyorsunuz ağzınızı, yumuyorsunuz gözünüzü. İnsan ilişkilerinin farklı bir boyutunu görüyor, sevdiğinizi kendinizden uzaklaştırmak isterken, bir yanınız da bunu yapmanızı engelliyor. Siz de o an erdemli olmayı öğreniyorsunuz.
En büyük erdem affetmektir derler. Ben katılmıyorum. Kimse kimseyi affetmek zorunda değil bence, bazı şeylerin içerlenmesi taraftarı değilim; ama kimse kimseye geçip "Amma abarttın, unut/affet artık!" diyemez, demesin de. Yüzsüz derler adama. Kendi düşünceme göre, en büyük erdem o affedilmesi gereken şeyi yapmamaktır. Başkasının erdemli olmasını beklemektense, sen o işi yapmayacaksın. Her insan unutuyorum der, unutmaz. Pişirip pişirip önüne koyar.

Ha ben mi? Benim de "her insan"dan hiçbir farkım yok. Ben de öylesine biriyim işte.

30 Nisan 2011 Cumartesi

Bahar Etkisiyle Yazilmis Bir Cift Soz

Bir insanin basina gelebilecek en guzel sey sevmek herhalde. Insana "insan" oldugunu hatirlatan nadir seylerden biri bence sevgi. Insana vucudunun icinde ondan ayri calisan bir sistem oldugunu hatirlatan bu muzur sey, keske hepimizi bulsa da, hepimiz ne oldugumuzu hatirlayabilsek.
"The greatest thing you'll ever learn is just to love" sozunu ele alirsak (and be loved in return kismina dokunmuyorum) kesinlikle soyleyenin hakli olduguna kanaat getirebiliriz. Sevmek bir yetenektir, bazilarinda dogustan vardir, bazilari sonradan gelistirir; bazilari ise sevmeyi ogrenemeden olup gider. Hicbir zaman o midedeki kelebekleri, kalpteki ziplamalari bilemez bu insanlar. Belki eksikligini bile hissetmezler bunlarin; ama bu dunyaya yarim gelip yarim gitmis olurlar.
Nedense insanlarin birbirlerini sevmesi ve beraber olmalari bana inanilmaz bir mutluluk veriyor. Neden bilmiyorum. Sanirim aska ve sevgiye, onlarin kendilerine inanabileceklerinden daha fazla inaniyorum. Bu yuzden de kalbimi gururla tasiyorum...

17 Nisan 2011 Pazar

Kiralik Adam

Bir gun elbet ona deger verecek o dogru adami bulacagina inandigim en yakin arkadasima...

N'olur sen de inancini asla kaybetme...


Masanin uzeri burusturulmus yuzlerce kagitla doluydu. Hep benzer cumlelerle basladigi mektuplardi bunlar. "Ben" yaziyordu: "cok yoruldum." Biraz bekliyor, ayni cumleyi tekrar tekrar okuyor ve kagidi burusturuyordu. Saatlerce nasil yoruldugunu anlatmak icin dogru kelimeleri aramis olsa da, bir turlu bulamiyordu. O kelimeleri bulamadikca, icindeki hisleri bir turlu atamiyordu. Bir hastalik ki icinde aylar boyunca buyumustu; once kalbini ele gecirmisti - bunu kabul edebilirdi; ama simdi beynini de ele gecirmeye calisiyordu.
Yirtmaktan geriye sadece 2 sayfasi kalmis olan defterinden bir sayfa daha kopardi ve uzerine ilk tanistiklari tarihi yazdi. Her seyi teker teker hatirlayacakti. Belki bu ona aci verecekti; ama baska turlu de onu yasayamayacakti. Bu yuzden, tarihi atti:
Nisan.
Evet aylardan Nisandi. Iste o gun baslamisti her sey. Icinden cikamayacagi her sey o zaman filizlenmeye baslamisti. En guzel duygulari yasamis ve hicbir seyden de korkmamisti.
Mesela bir gun birbirlerini gormuslerdi; ama bir turlu birbirleriyle konusma cesaretini bulamamislardi. Sadece oylece bakismislar; ancak o arada bile bakislariyla birbirlerine bircok seyi anlatmislardi.
Bir an elinden kalemi firlatti. Bunu yapamayacakti. Guzel her aninin kalbinden bir parca goturdugu kesindi. Atmak lazimdi bu aciyi. Iste bu yuzden bir anda oldugu yerden firladi ve kendine kocaman bir kutu buldu.
Yasananlari dusununce bir hayli kucuk bir kutuydu bu; ama bazi seyler icin yeterdi.
Kutuyu yere koydu ve cilginca odasinda "O'nunla" alakali her seyi kutuya atmaya basladi.
"O'nun" sevdigi parfum. Kutuya.
"O'nun en sevdigi kitap. Kutuya. Zaten lanet bir kitapti her satirini onu dusunerek okudugu icin.
"O'nun" en sevdigi dergi.
Bircok seyi kutuya yerlestirdikten sonra, her seyi atsa da "O'nu" tamamiyle kutuya koyamayacagini fark etti. Bir an kafasini acip beynini de kutuya koymak istedi; ama yapamadi. Bir sure sadece kafasina amacsizca vurup canini acitti; ama bunlarin hicbiri ise yaramadi.
Kutuyu yuklendi ve agir adamlarla odasindan cikti, kutuyu coplerin arasina koydu.
Iste bu kadardi.

Zaman her seyin ilacidir derler ya, bir ilac gibi her gun biraz dozu kadar zaman ilaci aldi. Ta ki annesi bir gun ona uzun sure once biraktigi bir seyi geri getirene kadar...
Kutuyu.
Odasindan aceleyle arkadaslariyla bulusmak uzere ciktiginda, annesi kapida elinde ustu tozlu bir kutuyla bekliyordu. Once bir seyler soylemek icin agzini acti; ancak cumlesine baslayamadan kiz annesinin elinden kutuyu cekip aldi.
Icinde neler oldugunu, icine neler yazdigini adi gibi hatirliyordu. Unuttugunu sandigi her sey, teker teker geri geliyordu.
- "Anne, neden?"
- "Senin icin degerli oldugunu biliyordum. Tutmamin daha dogru oldugunu dusundum."
Annesiyle beraber yere oturdular ve kutudakileri teker teker cikardilar.

Gelecekteki kendisine ve "O'na" yazdigi bir mektup:
"Bir gun butun bunlari seninle beraber okumak dilegiyle..."
Kendi kendine guldu ve sakladigi her seye tekrardan bir bakti. O sirada telefonu caldi. Arayan erkek arkadasiydi. Telefonu mesgule verdi ve uzunca sure "O'nun" en sevdigi kitap olan Kiralik Adam'a bakti. Kiralik asklarin adami, kiralik adam...

Ayaga kalkti.
- "Anne rica ederim bunlari yok et, hem de hepsini. Bu sefer son olsun."

Kapiya yoneldi ve kapiyi actigi anda annesi arkasindan seslendi:
- "Sana deger vermeyen nedense gozune hep degerli gozukebilir; ama sana oyle davranan sadece korkagin tekidir. Ben kizimi o korkaklardan daha guclu olsun diye yetistirdim, onlardan birini hep kalbinde tasisin diye degil."

Kiz annesine bakamadan evden cikti ve gozunden bir damla yas suzuldu. Yillarca butun biriktirdiklerini aglayamadigindan sikayetciyken, simdi bir yas digerini takip ediyordu. Sonunda agliyordu ve yuzunde "O'nu" tamamiyle kalbinden atabilmenin gulumsemesi vardi...

12 Nisan 2011 Salı

Kafatası


Hadi biraz defterin dışına çıkalım.
İnsanlığın en büyük sorunu: iletişimsizlik. Gerçekten. Birbirimize dertlerimizi anlattığımızda algılarımızın kapalı olması ve birbirimizi anlayamamamızdır bizi her zaman geride tutacak olan.
İletişimsizlik evre 1: Karşı tarafa mesajı iletememe.
Bir şey anlatırsınız; ama algılar kapalıdır.
Sonuç: Mesaj oraya ulaşamaz.

İletişimsizlik evre 2: Havayla konuşma.
Mesaj iletilir; ama beyne ulaşmadan bir yerlerde takılır ve bütün söylenenler boşa gider.
Sonuç: Karşıdaki sadece “Acaba bir mesaj mı vardı?” der.

İletişimsizlik evre 3: Anlamazlıktan gelme.
Mesaj iletilir, üstüne üstlük anlaşılır; ancak karşı taraf anlamamayı tercih eder.

İletişimsizlik evre 4: Vazgeçme
“Kendimi anlatamıyorum, bari denemeyeyim.” denilen evredir.  

Kafatası gerçekten çok güçlü bir bariyerdir. Siz hiç “kırılan” kafatası duydunuz mu? Damdan düşersiniz; onda da anca anca ezilir. Öte yandan o kafatası o kadar kalındır ki, oradan bir düşünceyi bırakın, bir kelimeyi hatta bir harfi zar zor geçirirsiniz.
İletişimsizlik insanlığın en büyük sorunu. Gerçekten.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Bugün

Herkes haklıydı.
Bugün bütün gün konuşulanlar ve daha sonra duyduğum hikayeden sonra, gerçekten neye inanmalıyım tam olarak bilmiyorum.
Yazmak istediğim birçok şey var; ama artık onları nedense kelimelere dökemiyorum. Kafamda sadece sorular kalıyor ve onları da sanırım cevaplayamıyorum; oldukları gibi kalıyorlar. Belki ne olduklarını bile bilmiyorum.
Arkadaşlarımdan birinin bugün anlattığı aşk hikayesinden sonra ve etrafımdakileri de gördükten sonra, gerçekten aşk diye bir şey yok. Artık eminim ben. Herkesin öyle kalbi kırılıyor ki, ben herkes için endişelenmeyi bırakırsam, eminim, ben de her şeyden korkacağım.
İçime bugün böyle öyle şeyler oturdu ki, gerçekten ne demem gerektiğini bile bilmiyorum.
Sadece yazmalıydım.
Yazıyorum.