3 Ağustos 2011 Çarşamba

Pamuk Şeker

Söylemek istediğim üç-beş bir şey vardı. Aldım kucağıma laptopumu, içimden gelenleri yazmaya başladım.
Bu blogu yazmaya başladığımda deli gibi aradığım o şey var ya, aşk denilen o şey, yaşayınca daha da garipmiş be kardeşim. Sahip olamadığın sürece çok farklı şeyler düşünüyorsun aşk hakkında. Pamuk şeker gibidir herhalde diyorsun ya da belki bir margarita pizza. Sonra aşkı bulunca anlıyorsun ki, biraz naneli sakızdan sonra içilen soğuk su, biraz da 100. kattan asansörle düşmenin verdiği his gibi. Şuursuz ve bir o kadar da ilginç bir şekilde heyecan verici.
Bana gelince, ben 100. kattan düşerken bazen "stop" düğmesine basmayı seviyorum. Sırf tırsaklığımdan ha, başka nedeni yok. Kendi kendime bazı şeyleri dert ediyorum; sanki düşmek daha güzel değilmiş gibi. Bazen de bütün tuşlara birden basıyorum, sırf muzurluk olsun diye. Asansörün kafasını karıştırmaya çalışıyorum - kendi kafamın karışmış olduğunu çaktırmamak için.
Hiçbir şey tek başına olmuyor tabii. Naneli sakızdan sonra o soğuk suyu içseniz de, bunu birine anlatmanız, biriyle paylaşmanız gerekiyor. O yüzden, önce biri size o sakızı veriyor; sonra siz daha ne olduğunu anlayamadan soğuk suyu da içiriyor. Bir bakmışsınız: aşık olmuşsunuz. İşte ondan sonra işin çetrefilli tarafı başlıyor. Olmadığınız bir insana dönüşüyorsunuz. Bazen daha takıntılı, bazen daha rahat, bazen daha üzüntülü, çoğu zaman daha manyak. "Yoksa...?" soruları beyninizi dolduruyor ve işin içinden çıkamıyorsunuz.
DURUN! Cidden.
Ya da belki de sadece ben durmalıyımdır ama; neyse....

Aşk, insanlardan daha iyisini hak ediyor, ya da ben bütün bunları hak etmiyorum.

"İçimin ısındığı her anı çöpe attığım ve seni üzdüğüm her sefer için özür dilerim."