28 Şubat 2011 Pazartesi

Trendeki Yabancılar

Not: Aslında bu hikayeyi koymayacaktım; ama kendimi tutamadım. Biraz kalsın, sonra silerim.
Not 2: Dershanedeki edebiyat hocam bu hikayeyi okudu ve sorduğu soru şu oldu: "Hikayenin sonunu kısa kesmişsin, neden?" Benim de cevabım: "Test çözmem gerekiyordu Hocam" oldu.


Varlığını belli etmeyen güneşin insani garip bir şekilde ısıttığı bir günde, tek başına istasyonda oturmuş, öylece tren bekliyordu. Bazen güneş saklandığı yerden çıkacakmış gibi davranıyor; ancak yine yerini parça parça olan bulutlara bırakıyordu.
Yolu uzundu. Hem de çok uzun. Belki hayatında hiç bu kadar seyahat etmemişti bile; ama buna hazırdı. Kısa mesafede bindiği her tren bozulmuştu; ama bu onu trene binmekten alı koymayacaktı. O da filmlerde olduğu gibi camdan dışarı bakınca hızlıca değişen tarlaları, ağaçları, iklimleri ve inekleri görecekti. Kafasını cama yaslayacak, uyuyakalacak ve arka planda bütün görüntüler, insanlar akmaya devam edeceklerdi. Gözlerini açtığında ise yolun devamını izlemeye devam edecek ve her toprağın farklı hikayesini hayal edecekti.
İstasyon birden kalabalıklaşmaya başladı ve sonunda tren geldi. Ayağını trene atmadan önce geri donup şöylece bir uzun sure boyunca görmeyeceği o yere son kez baktı. Bir şeyleri özlemek güzeldi, bu yüzden önce o şeyi terk etmek gerekiyordu. O da aynen bunu yapıyordu.
Biletinde yazan koltuğu buldu ve sadece taşıdığı sırt çantası olduğundan, onu da koltuğun altına koydu. Kompartımanın kapısının dışından koca koca bavulları taşımaya çalışan insanlara öylece baktı. Bavul dediğin küçük olurdu, sadece gerekli olan birkaç eşya konurdu. Onun dışında zaten insanin başka şeye ihtiyacı olmazdı.
O sırada sırtında onunki gibi bir çanta - belki onunkinden küçük bir çantaydı bu - olan genç bir oğlan içeri girdi. Saçı başı birbirine karışmış, aylardır yıkanmamış gibi görünen bir pantolonu ve siyah rengi solmuş bir montu ile kendi halinde bir görüntüsü vardı. Kıza sadece bir bakış attı merhaba dercesine ve yerine oturdu. Kızın varlığını kabul etmiş olsa da, o yokmuş gibi davranıp eline bir defter aldı. Kendi kendine mırıldanarak bir şeyler yazmaya başladı.
O sırada tren harekete geçti ve çocuğun mırıltıları trenin sesiyle bütünleşti. Oluşturulmaya çalıştığı bir melodi vardı sanki; ama bir turlu notaları birbirine yakıştıramıyor ya da aradığı ritmi tutturamıyordu. Kız bir sure dışarıyı izliyormuş gibi yapsa da, çocuğun melodisini takip etmeye çalıştı; fakat zamanla gözleri kapandı ve o da o ezginin içinde kayboldu.
Bir anda bir dürtülmeyle uyandı. Tren görevlisiydi.
"Biletinizi görebilir miyim?"
Biletini adama verdi ve adam bir damga attiktan sonra:
"Kompartımanda yalnız misiniz?" diye sordu.
Kız etrafına bakindi. Çocuktan eser yoktu.
"Hayır, değilim. Bir beyefendi daha vardi benimle beraber."
Görevli homurdanarak uzaklaştı: “Şerefsiz herifler, bilet parasını ödemiyorlar sonra trende buram buram kaçıyorlar.”
Kısa bir süre sonra, paspal çocuk yine kompartımana döndü ve olanları tahmin ettiğinden kıza mahcup bir ifadeyle bir süre baktı. Bunun üzerine kız bir şeyler söyleme ihtiyacı içinde hissetti kendini.
“Geldi, seni sordu; ama daha sonra gitti. Yine de senin yerinde olsam pek ortalıklarda görünmezdim.”
Çocuk kafasını önce defterine eğdi, daha sonra da teşekkür edercesine kıza doğru gülümsedi. O sırada ağzından bir tek kelime bile çıkmadı. Bir an sanki bir şeyler söyleyecek gibi oldu; ama daha sonra diyeceklerinin hepsini yuttu.
Kız hayali olan tarlalara bakıp, hayal kurmaya çalışıyordu; ama bu çocuğu daha çok merak ediyordu. Acaba nereden geliyordu? Kimdi? Acaba neden biletin parasını ödememişti? Şarkı mı yazmaya çalışıyordu? Yoksa bohem yaşamaya çalışan o meşhurlardan biri miydi? Belki de sadece öylece gelip geçen biriydi; önemsizdi.  Dışarıdaki görüntüye bakmadığına göre, bu trene daha önceden çok kez binmiş olmalıydı; çünkü trene hiçbir ilgisi yoktu. Tam tersine, hayatının bir parçasıymış gibi davranıyordu; sanki her gün bu işi yaparmış gibi.
Kız o kadar uzun süre boyunca çocuğa bakmıştı ki; çocuk bunu fark etti ve kafasını işinden kaldırmadan:
“Sanırım sen bana öyle bakmaya devam edersen, bu parçayı tamamlayamayacağım.” dedi.
Bu cümlenin ardından uzun bir sessizlik oldu; çünkü kız kendiyle ne yapacağını bilemedi. Elinde olsa camı açıp kendini dışarı atardı; öyle utanmıştı yaptığı şeyden. Halbuki, çocuğa o kadar da uzun süredir baktığının farkında değildi. Önce başka yerlere bakıyormuş gibi yaptı, çocuğa yanıldığını gösterecekti; ama sonra dayanamadı ve konuşmaya karar verdi:
“Merakımı mazur gör. Sadece ilk defa trene bu kadar uzun süreli biniyorum ve karşımda oturan insanın ne yaptığını öğrenmeden kendimi iyi hissedemeyeceğim.”
Çocuk kendi kendine güldü ve kıza ilk defa düzgün bir şekilde baktı. Saf bir surat, kendini ele verecek meraklı bakışlar; ama iyi niyetli gözler. Yanında küçük bir çanta ve üzerinde de kat kat elbiseler vardı kızın. Evet, uzun bir yolculuğa çıktığı belliydi: az malzeme, çok yol.
“Ben mi? Ben şarkı yazarım ve şu anda da onu yapıyorum.”
Sessizlik.
                Şimdi böyle diyene ne denirdi ki? Sanki kıza daha az konuşması gerektiğini verdiği kısa cevaplarla anlatmaya çalışıyordu çocuk. Belki de kız sadece öyle sanıyordu.  Çocuk devam etti:
“Müzikle ilgilenir misin?”
“Müzik dinlemeyi severim; ama pek anladığım söylenemez.”
“Hiç enstrüman çalmadın mı?”
                Çocuk bu soruyu öyle bir şaşkınlıkla sormuştu ki, kız kendinden utandı:
“Eğer ilkokulda zorla çaldırdıkları blok flütler sayılıyorsa, evet; ama sanırım hiçbir zaman müzikle o kadar yakından ilgim olmadı.”
“Peki neye ilgin oldu?”
“Resim çizmeyi çok severim. Çoğu insan iyi yaptığımı söylerler bu işi; ama artık içimden pek resim yapmak da gelmiyor. O yüzden, bütün yeteneğim körelmiş bile olabilir.”
                Çocuk önce defterine bir şeyler karaladı, daha sonra da kıza gülümseyerek:
“Yetenek asla körelmez; ama insanlar körelir.” dedi.
“Belki haklısındır.”
                Aradan saatler geçti ve tek bir kelime bile söylemediler birbirlerine; ama garip bir şekilde sanki saatlerdir konuşuyor gibiydiler. Kız kendini çocuk hakkında birçok şey biliyormuş gibi hissederken, çocuk da aynı şeyleri kalbinde duyumsuyordu. Trenin de en güzel yanı buydu. En alakasız iki insanı bir araya getirip, aralarında bir bağ kuruyordu. Adı olmayan bir bağdı bu. Seyahat arkadaşlığı denebilirdi belki buna; ama bu söz de yetersiz kalırdı.
                2 gün boyunca aynı şekilde yola devam ettiler. Sadece bir kez çocuk kıza melodi hakkında ne düşündüğünü sordu; ama kız çocuğun mırıldanmasından hiçbir şey anlamadığını söyleyince, çocuk yine konuşmayı kesti ve defterine gömüldü. Ta ki, o gece terk ettiği kompartımana elinde siyah büyük bir çantayla hışımla girene kadar.
                “Şimdi dinle.”
                Siyah çantanın içinden bir gitar çıkardı.
                “Bunu nereden buldun?”
                “Ben bulurum.”
                Önce gitarı eliyle bir okşadı. Sanki daha önceden o gitarı tanıyor gibiydi; ama hiçbir zaman onu bu gitarla görmemişti. O yüzden onun olmadığına emindi. Çocuk kendi kendine akortlara basarken, kız onun hiç eline almadığı gitara yaklaşımına hayran olmakla meşguldü.
                “Heh, başlıyorum. Dinliyor musun?”
                Kız başını “Evet” diye salladı ve melodi çalmaya başladı. O mırıltılardan çok farklıydı bir kere. Çok garip bir büyüsü vardı ve o notaların birleştirilmesinin yanı başında gerçekleşmiş olması ona garip bir gurur vermişti. Sanki o notalarda kendisinin de bir katkısı olmuştu. Belki de yanılmıyordu ve gerçekten bir etkisi olmuştu çocuğun sanatında.
                Parça bitince çocuk kıza yorum bekler gözlerle bakmaya başladı. Kız ise o anda yapmayacağı bir şey yaptı. Ayağa kalktı, çocuğun yanına oturdu ve onu uzun bir şekilde öptü. Başta bunu beklemeyen çocuk, daha sonra gitarını kenara bıraktı ve kızın bu hareketine cevap verdi. O gece tren birçok güzel köy geçti, bazı insanlar evlerinin pencerelerinden trene el salladılar; ama onların kompartımanından kimse dışarı bakmadı.
                Sabahın erken saatlerinde tren varınca, onlar da uyandılar. Birbirlerine gülümsediler ve eşyalarını toparladılar. Tam trenden inerlerken çocuk kıza döndü:
                “Şey, ben senin adını bilmiyorum.”
                “Ben de seninkini bilmiyorum; ama bilmek de istemiyorum.”
                “Sanırım ben de.”
                Son kez birbirlerine sarıldılar ve öylece farklı yollara gittiler.
                Aylar sonra bir gün adını bile hatırlayamadığı bir şehirde, kız bir melodi duydu ve ona doğru yöneldi. Tanıdık bir melodiydi bu. Müziğin kaynağına gelince de, çalanın tanıdık bir sima olduğunu gördü. Şarkı bitince bu tanıdık sima oturduğu sandalyeden ayağa kalktı bir grup insanın alkışları arasında.
                “Bu şarkıyı adını hiç öğrenemediğim; ama aşık olduğum kız için yazmıştım.”
                Kız önce çocuğa koşup burada olduğunu söylemek istedi; ama sonradan vazgeçti.
                Aynı esnada çocuk kızı kapının eşiğinde müziği dinlerken gördü, onun yanına koşmak istedi; ama sonradan vazgeçti ve öylece uzaklaşmasını sessizce izledi.

Her sey ne zaman bitecek?

Hayatta hani boyle anlar olur; icinden binlerce sey gecer, birini bile soyleyemezsin, icinde kalir: susarsin. Etrafindakilere bakarsin, bir seyler paylasmak istersin; ama onlar da kendileriyle oyle mesguldurler ki, sana donup bakamazlar bile. Bazen senin icinde kalanlari percinlerler, sana ayirmadiklari zaman icin bir de onlara kizarsin.
Ve aglamak istersin. Hicbir zaman aglamayi kotu bir sey olarak gormedim. Aksine, aglamak mutlulugun geleceginin kanitidir. Aglarsin ve her sey biter, sonra gulersin; ama en kotusu aglamayi "istemektir". Gulemezsin bile o zamanlarda; tunelin ucundaki en zor anlarda bile gordugun o minik isik kaybolur ve sen oylece icindeki karanliga donersin.
Bazen hic insan olmamis olmayi diliyorum. Sokaktaki kopek ya da yapragin ustundeki bocek olmayi yegliyorum. Dert yok tasa yok, genis yasiyorlar kendi hayat adli cerceveleri izin verdikce.
Dusundukce, sadece saatlerce basinda dirdirlanip dertlerimi anlatabilecegim ve tek kelime etmese bile beni anlayacagini bildigim birisini istiyorum. Kendi dertlerinin yaninda benimkilere de zaman ayirabilecek ya da en azindan ayiriyormus gibi yapabilicek birini.
Cok mu istiyorum?
Ya da belki de sadece bu sene cok yoruldum.

25 Şubat 2011 Cuma

Güney Amerika

Bence en güzeli Güney Amerika'da olmak olurdu şu an.

Sadece birkaç saniyeliğine hayal etmek için ideal bir senaryo:
Sokakta amaçsızca yürürken bir anda bardaktan boşalırcasına bir yaz yağmuru başlayacak ve iliklerine kadar yaşadığını hissedeceksin.
Bilmediğin sokaklarda muzurca koşturacaksın. Herkes sana bakacak, sen onlara bakmayacaksın.
Birden yağmur dinecek ve herkes saklandığı yerden çıkacak.
Sen ise sırılsıklam halde aval aval yürümeye devam edeceksin, yağmurdan kaçıp kuru kalan insanların arasında.


Ne güzel olurdu be.

22 Şubat 2011 Salı

Et Parcasi

"Another brick in the wall"un klibi misali, kendimi fabrikaya girmis et parcasi gibi hissediyorum. Islemden gectikten sonra benzer et parcasi arkadaslarimla beraber, kokusmus bir hayatin parcasi olmayi reddediyorum; ama bakiyorum da, coktan bu dongunun bir parcasi olmusum. Peki bu dongu nedir, ne degildir?
1- Okulun gereksiz bir kurum olduguna inanmasam da, ogretilenlerin gercek hayatla bagdasmadigini dusunuyorum. Mesela, fizik biliyorum diye gecinen bir lise mezununu ele alalim. Hayati boyunca surtunmesiz ortam uzerinden sorulari cozmus; ama aslinda surtunmesiz ortam yok. Ya da ideal gazi ele alalim. Ideal gaz vardi da biz gormedik? Sonuc: Gercek hayatta olmayan seylerin teorisini ogrendik.
2- Sistem hayal gucu karsiti ve ezberci. Sorgulasan da 2 cumle sonra ezberlemen gerektigini bazi seyleri farkedip sordugun butun sorulari yutmak zorunda kaliyorsun. Sonucta, elde var sifir.
3- Ogretilenlerin hicbiri yol gosterici degil. Aksine yolu gosterip, "Al bunu takip et, takip etmezsen de ... " diyor egitim. Bazen direk karsilasiyoruz mesajlarla, ornegin "X kotu, Y harika" gibi ya da gizli kapakli cumlelerin ardinda gizli islenmis niyetler onumuze sunuluyor "Almanlar yenildigi icin biz de yenik sayildik gibi."
4- Ogretmenlerimizin cogu kotu. Cogu gercekten istemedikleri halde ogretmenler. Birkacina neden ogretmen olduklarini sormayi deneyin, kesin istedikleri bolumu ucundan kacirmis ya da universitede kalmayi amaclayip kalamamislardir. (Aci ama gercek)
5- Soru sormayan insan iyidir. Sokrates sordu ve olduruldu. Kahraman olmak istiyorsaniz, soru sorun, elestirin; sizi oldursunler; ama iciniz rahat olsun, yillar sonra sizi yuceltip yere goge sigdiramazlar. Kemikleriniz gurur duyar. Ote yandan, et parcasi olursunuz, wall streette calisir, 5 tane ev sahibi olursunuz, arkanizdan kufrederler; ama mis gibi yasarsiniz. Oldukten sonra da kemikleriniz sizlar mi bilemem.

18 Şubat 2011 Cuma

Kalem Kırmak

Çok sinirliyim.
Gerçekten çok sinirliyim.
Bir hikaye yazmıştım ve yarışmaya yollamaya karar vermiştim. Ben özellikle oturup "Hadi bugün hikaye yazayım!" diyen bir insan hiçbir zaman olmadım; o yüzden yazdıysam içimden gelmiştir ve o hikayede olanlar bir bütünlük içinde gerçekleşmiştir. Hikayenin cilalanmamış hali birkaç post aşağıda, isterseniz okursunuz; ama söylemeden geçemeyeceğim sonunda kadın aşık olduğu adamın önünde kendini öldürüyor.
Sevgili edebiyat hocam, sonunun çok klişe olduğunu düşünerek hikayenin sonunu kesmiş ve yarışmaya öyle yollamış. Harika değil mi?! Kadın ölmüyor, tam tersine, arabesk bir şekilde bitiyor hikaye. İşte bu noktada şu zihniyeti sorgulamaya başlıyorum: "İnsanın kendini öldürmesi aşk adına ne zaman bu kadar küçümsenecek bir şekilde "Ah çok klişe" hale geldi?"
Her gün insanlar birbirlerini üç kuruş para için öldürüyorlar; "Kız kardeşime yan gözle bakmış" ya da "Ayakkabımın üstüne çamur sıçrattı." diyip canice birbirlerini katlediyorlar ve bunlar klişe olmazken, birinin aşk uğruna -en azından ölmeye değebilecek bir şey adına- ölmesi, bize basit ve hikayelerin sonundan atılması gereken bir unsur gibi geliyor.
Hikayemde geçen korkak insanlar var ya, işte "onlar" hikayenin sonunu silenler. Hangimiz zaman gelmedi de kalbimizde öldüğümüzü hissetmedik? İlla ki elde silah olunca mı her şey "banal" oluyor?
En başta çok kızdım ve hikaye yazmamaya karar verdim; ama insanlar hikayeyi okuyup, beğendiler ve bazıları kendilerinden bir parça buldular ve bunu utanmadan söylediler. Korkmadılar, ben de korkmayacağım ve hikaye yazmayı kesmeyeceğim; çünkü bunu yapabildiğime inanıyorum. Bu yüzden, pazartesi günü o yarışmaya giden hikayeyi yarışmadan çekeceğim; çünkü onu ben bile yazmadım artık. Başka bir zaman, başka bir yere yollarım ya da sonsuza dek bilgisayarımda kendime ve sevdiklerime saklarım; ama yeter ki, bana ait bir şeyler taşısın.
"Aşk uğruna insan kendini feda eder mi?" Ederse eder, amaç hikayeler sonsuz kalmasın. O daha mı iyi?

13 Şubat 2011 Pazar

Singing In The Rain

Yarın okul olmasına rağmen, bana bir anda geldiler. Bu yüzdeeeen, film tarihinin en güzel sahnelerinden birini sizinle paylaşmak istiyorum.
Bir yağmur yağması, sanırım anca bu kadar güzel olur ve Gene Kelly'i o dansı ve enerjisiyle düşünmek, bir günü güzelleştirmeye yeter.
Filmi tamamiyle izlemeyenlere de tavsiyem: İZLEYİN!



I'm singing in the rain
Just singing in the rain
What a glorious feelin'
I'm happy again
I'm laughing at clouds
So dark up above
The sun's in my heart
And I'm ready for love
Let the stormy clouds chase
Everyone from the place
Come on with the rain
I've a smile on my face
I walk down the lane
With a happy refrain
Just singin',
Singin' in the rain

Dancin' in the rain
Dee-ah dee-ah dee-ah
Dee-ah dee-ah dee-ah
I'm happy again!
I'm singin' and dancin' in the rain!

I'm dancin' and singin' in the rain...

8 Şubat 2011 Salı

Çok Ciddiyim - bu sefer

İlk defa buraya cidden ne hissettiğimi yazmaya karar verdim; çünkü sanırsam buna ihtiyacım var.

Hayat çok garip, her an "geriye dönüp bakabiliyoruz"; yaptıklarımızı sorgulayabiliyoruz ve ondan da önemlisi unutsak da, hatırlıyoruz.
Herkes hata yapar; ben de yaptım, yapmaya da devam edeceğim. Her zaman kendime "Keşke yapmasaydım diye düşünme asla" dedim ve kendime geriye dönüp bakabilecek, unutacak; ama hatırlayacak bir çok şey yarattım. Bütün bunlardan asla ve asla pişman değilim; ama şu da var ki, çoğunu bir daha hayatta tekrarlamayacağım. 
İnsan-insan ilişkileri çok karışık ve komik. İnsan kendi ne yapacağını kestiriyor da, karşısındakinin ne yapacağını, tepkilerini kestiremiyor. İşte bu yüzden, kalbimi ortaya koymaktan tırsıyor ve çekiniyordum; ama ben her zaman ne hissettiysem arkasında durdum, yalan da söylemedim. Çoğu zaman haketmeyen insanlar için ağladım; onlar farkında bile olmadılar ya da oldular da olmamış gibi davrandılar. İyi de yapmışlar, bana çok şey öğrettiler. Sayelerinde ben, "insan" olmayı öğrendim.  Ha bir de bazıları var ki, bırakın insan olmayı, kendilerini bile tanımıyorlar. Davranışlarıyla karşılarındakini kırarken, aslında kendi hayatlarında hatalar yaptıklarının farkına varmıyorlar. İşte o insanlar, bir gün hayatta her şeye sahip olabilirler; belki benden daha da başarılı olabilirler, belki daha zengin olurlar mesela; ama hiçbir zaman onları gerçekten seven insanlarla çevirili olmayacaklar. Hadi diyelim gerçekten sevildiler; sevenlerinden de kaçacaklar ve kimseyi sevmeyecekler, sevemeyecekler. O yüzden, istedikleri kadar kalbimi kırsınlar, ben o kalbi onarırım; hep yaptım ve yapacağım.
"Bir daha asla" dediğim bir zaman oldu; ancak nasıl olduysa yine gün doğdu ve ben unuttum. Hatırlamadım bile olanları. Zihnimden silip her şeyi, olanları sineye çektim. Kısacası, yanlışta doğruyu araya araya, doğrunun ne olduğunu anladım; sonunda yanlış insanla olmaktansa, sadece yanlış insanı tanımanın önemini anladım. İnsan yanlışı görmeden, doğruyu tanıyamıyormuş, bunu gördüm.
Bugün anladım ki; farkında değilmişim; ama ben çoktan yeni açtığım bir defterin birçok sayfasını doldurmuşum güzel anılarla ve kalbimi onarmışım. Eskiden korkardım kırılır diye; ancak şimdi onu ortaya koyuyorum tekrar kırılsın diye.
Korkmuyorum.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Beyindeki Ipod

Çok hastayım yahu. Bir haftadır süren kaşıntılarım alerji olayının daha da ilerlemesine ve alerjik astıma dönmesine neden oldu - Uzun süredir bu başıma gelmemişti halbuki. Evde biri koku sıktığında, yerleri sildiğinde, temiz çamaşırları bir yere astığında, ben hapşurmaya başlıyorum ve bu hiç hoş değil.
Çikolata yiyorum ve abuk subuk bloguma yazıyorum.
Belki iyileşirim.

Hadi bir şeylerden bahsedeyim...
Bugün dünyanın en güzel kulaklıklarını aldım ve onları taktığımda ayrı bir dünyada oluyorum sanki. Yaşadığım yerden soyutlanıyor ve farklı bir ses beni yönetiyormuş gibi hissediyorum. Örneğin; yürüyordum ve arka planda Jessie's Girl çalıyordu. Bir an elimdeki her şeyi bırakıp, çılgınca dansedip, "Where can I find a woman like that?!" diye bağırmak istedim. Olmadı. Üzüldüm. O yüzden sadece yürüyüş hızımı değiştirip, bateriyle uyumlu bir şekilde yürümeye başladım.
İşte o an aklıma şöyle çılgınca bir fikir geldi: Ya hayat bir müzikal olsaydı ve hayatın bir soundtrack'i olsaydı? İnanılmaz olmaz mıydı?
Hepimiz hayatlarımızda tam müziğin girmesi gerektiği anlar yaşamışızdır; ama öyle bir müzik ki, kendi içimizde yaşadığımız değil, paylaşabildiğimiz bir müzik. Kulaklıklarımızı takıp, sadece bize has olan o melodiler değil de, bir anda herkesin katılabileceği melodilerden bahsediyorum.
Misal:
X: Üzgünüm senden ayrılıyorum.
Y: Nasıl yani?
X: Bu kadarmış.
İşte tam bu anda, bir müzik girmeli. İsterse karakter o müziğe katılıp, şarkıyı kendisi de söyleyebilir; ama bir müzik şart, bağımsız bir müzik.
Tabii bu çılgın düşüncem beş kez üst üste hapşurmam ve öksürmemle sona erdi ve ben de sadece Japonlar'ın beyne yerleştirilebilecek bir müzik çipini bulmalarını ummakla yetindim. Belki o zaman en azından kimse duymasa da ben, hayatımı şarkılarla süslendirebilirim.

3 Şubat 2011 Perşembe

Cadi Kazani

Keske hayatimda keskeler olmasaydi,
Neyin ne oldugunu bilebilseydim cogu zaman,
"Acaba", "yoksa" sorularini sormasaydim,
Kelimelerle kendimi anlatabilseydim, karsimdaki beni anlayabilseydi,
Uzun sureden sonra kalbimi acmaya karar verdigimde, karsimdaki saklanmasaydi,
Ben ne hissettigimi soylemekten cekinmezken, karsimdaki cekinmeseydi,
Aska bu kadar inanmama ragmen, askin benim basima gelmeyecegine eminken ben, arkadaslarim bana "Ne yapmaliyim?" diye aglamasaydi,
Birilerine tavsiye verirken ben, bana birileri tavsiye verebilseydi,

Gercekten ve gercekten "dogruyu" gorup, bir seylerin varligina inanabilseydim...
Susmak yerine konussaydim.


Not: su an oyle mutluyum ki. En azindan birinin seferine kadeh kaldirirken, "Artik Deniz sanssiz olmasin" diye icen arkadaslarim var ve oyle seyler icmem icin bana gazi veriyorlar ki... :) bkz: ickiye tarcin doktum patladi yahu :D

2 Şubat 2011 Çarşamba

OSS bi bitsin, neler yapicam neler !

1- 2 gun boyunca sunger bob un arkadasi patrick misali hicbir sey yapmayacagim. Boyle oturacagim ve saatlerce oyle duracagim. Bazal metabolizmayla yasamanin tadina varacagim.
2- 1 hafta eve donmeyecegim. (Net) orada burada, gerekirse capulcu bir yasam surecegim.
3- Asmalimescitte gunesin dogusunu bir kez gorecegim. - ve uyaninca da bunu hatirlayacagim.
4- Sene boyunca ihmal ettigim butun arkadaslarimi usenmeyip teker teker arayacagim.
5- Test kitaplarimi bir hayir kurumuna verip, yaprak testlerimi yakacagim ve kullerini de evin onunde Marmara Denizine savuracagim.
6- Avrupaya gidecegim. Az parayla, cok is yapip, cok yer gorecegim. (Bkz: bungee jumping sart)
7- Bodruma gidip, uzun bir sure kalacagim. Kimseyle takilmadan en azindan 1 hafta basimi dinleyip, kendi kendime guneslenip, yuzecegim. (Mumkun mudur bilinmez...)
8- Usenmeyecegim ve hem bloga yazdiklarimi, hem de lise anilarimi birlestirerek bir kitap haline getirecegim. 5 senenin butun olaylarini bu gunlugumsu seye yazacagim.
9- Yillardir icimde kalan su sonsuzluk dovmesini yaptiracagim.
10- Korkmazsam kikirdagimi deldirecegim; ama sanirim korkacagim.
11- Galata kulesine cikip, en cirkin sesimle sarki soyleyecegim.
12- Bir gun boyunca gleenin kacirdigim butun bolumlerini izleyecegim.
13- (nasil unuturum?!) Ehliyet alacagim ve bir trafik canavari olarak sokaga firliyip, butun "bu yollari ben yarattim" erkek soforlere inat, onlarin arabalarinin kiclarina ben dayanacagim.
14- Babama elektronik davul almasi icin yalvaracagim.
15- Yelken takimina geri donecegim. (Eger beni alan olursa tabii)
16- Fitnessa yazilacagim. (Bkz: test cozerken agiz bos kalmiyor)
17- Kitap okuyacagim. (Aylardir yapmadigim bir faaliyet)
18- Her gun sabah kahvalti izlerken disney channel izleyecegim.

Ve en onemlisi, eski "ben" olacagim.