30 Aralık 2010 Perşembe

2010 Macerasinin Sonu

Yine sacma maceralara yol aldigini hissettiginde, kacmali insan o yoldan.
Hep icindeki cocugu dinleyip; saf, oldugu insani ortaya koydukca, o maceralarin sonu gelmiyorsa, durmali insan.
Ucu olmayan, uzak denizlere pupa yelken acildigini farkedince, olmayacak yollara girmemeli insan; hele kara cok uzaktayken.
Kendi dunyasinda sonu guzel hikayelerine kanip, onlari beklememeli; olmayacaklarla yuzlesmeli. Kacmamali. Kalp kirikliklarindan ders almali, gerekirse kabuguna cekilmeli.
Kalbinin anahtarini kendisi bulup, kalbini kapatmali gerekirse. Zamani gelince acarim diye ummali; ama o gunu beklememeli.
Ani geldiginde anlamali insan ve susmali.

Susuyorum.
Beklemiyorum da.
Sadece susuyorum.

27 Aralık 2010 Pazartesi

Son kez konusuyor ve susuyorum.

Ayni seylerden bir daha bahsetmek bile istemiyorum. Son kez halimden sikayetci oluyor ve daha sonra yoluma devam ediyorum.
Hayatta bir insana yapilabilecek en kotu sey 18 yasinda ondan hayatina yon verecek bir karari vermesini istemekmis, bunu anladim. Geceleri uyuyamamak, dusundukce istahin kapanmasi, ayni konu acildiginda gozden dusmek icin hazirlanan yaslar... Yolumu cizmem icin belki de bunlari yasamam; hayatin kurdugum hayallerden, aklimda uydurdugum film senaryolarindan daha farkli oldugunu anlamam gerekiyordu.
En buyuk iki amacim, uydurdugum bi filmde benimle beraber oynayabilecek biri ve baskalarinin kagida doktugu sahnelerde birilerinin etine kemigine burunebilmekti. Neden "di"li gecmis zaman peki?
Bugun derdimi anlatirken ya da en azindan anlatmaya calisirken sunu farkettim: ben hayatta asktan ve oyunculuktan vazgecemem. Her insan bir seyler icin yasiyorsa, benim ayakta durmamin nedenleri de bunlar. Bunlari bir gun bulabilecegime inanmis olmam; ancak anladim ki, o zaman bu zaman degilmis. Biraz sabretmek lazim sanki ve biraz da zamana birakmak.

26 Aralık 2010 Pazar

Gulyabani

Yataga yatiyorum ve uyuyamiyorum. Icim rahat etmiyor. Karar veremedikce, dogrusu icim rahat olmadikca, bir seyler yuregime sinmedikce, oldugum yerde oylece sayiyorum. Gidip bu kafayi patlatmak ya da kendimi "oralara buralara kosmak" istiyorum.

Bugun abuk subuk bir sekilde falciya gittim, ki ben hic inancli bir insan degilimdir. Sadece olan ana inanirim. Tabii ki de bu soylenenlere de inanmadim ama gariptir ki, gidisimde bir sey duyma ihtiyaciyla gittim. Bu yuzden sonuc benim icin hayal kirikligi oldu: su anda yakinimda olan biri varmis ve sonsuza dek mutlu olacagim birisiymis, resmi dairede sonlanacak bir basari hikayem ve sonuc olarak inanilmaz mutlu gececek bir hayatim olacakmis.

Kadin bakti, bakti ve bakti. "Diyecek hicbir sey yok, her sey cok guzel ve onun acik. Bir yolculuga cikmissin, sonu cok guzel." demekle yetindi. Bunlarin hepsi cok guzel seyler; ama duymak istedigim seyler degiller. Bana "senin derdin yok ki" diyen birini duymak istemiyorum ki ben. Hayatimin sonuna kadar baskalarinin mukemmel diye adlandiracagi yasami da yasamak istemiyorum. Ben beni mutlu edecek seyi istiyorum.

Belki cok fazla sey istiyorum; ama su zor zamanlarimda biraz da destek istiyorum. Beni sonsuza dek sevecek birilerini degil, sadece "buradayim, arkandayim" diyecekleri istiyorum.

Su anda bunlari uzerimde pijamalarim, karsimda yanip sonen cam agaci dururken yaziyorum. Gecen her an beni uzecekse boyle eger, ben su halimle kalmak istiyorum. Isiklar bana huzur veriyor, gercekten. Iste, bu yuzden, zamani durdurmak, yanimda kalacaklari, bir gelip bir kaybolanlarin olmayacaklari bir ortam yaratmak ve "gelecek kaygisi" tasimamak istiyorum.

Belki de sadece haketmiyorum.

22 Aralık 2010 Çarşamba

“The whole of man’s life on the face of Earth can be summed up by that search for his Soulmate. He may pretend to be running after wisdom, money or power, but none of that matters. Whatever he achieves will be incomplete if he fails to find his Soulmate.”

21 Aralık 2010 Salı

Gelecekteki Deniz'e Mektup

"No, I know, I'm no Superman"

 Sevgili Deniz,
Biliyorum, bugün hayatının en önemli kararırını verdin. Şu anda bu mektubu okurken, nasıl bir ruh hali içinde olduğunu ya da nasıl bir ortamda yaşadığını bilemiyorum; tahmin edemiyorum. Bulunduğum noktada gelecek karanlık olmasa da sisli, buğulu.
Belki şu an hayatın boyunca "Masabaşı iş yapmam ben!" demene rağmen; oturmuş, patronunun istediği yazıyı hazırlıyorsun; bir yandan da, beni verdiğim karar yüzünden suçluyorsun. Belki de gerçekten tüm hayatın boyunca seni mutlu edecek tek iş olan oyunculuğu yapıyorsun ve her şey olacağına varacakmış diye düşünerek, hayatın seni getirdiği noktaya seviniyorsun.
Emin ol, hiçbir şey benim için kolay olmadı. Hayallerimden vazgeçmek adına burada kalmayı seçmedim ben; sadece bir şey hatırladım: Ben superman değilim. Birçok şeyi bir anda yapamıyorum; bu noktaya kadar yapabileceğimi sandım; ama yanılmışım. Elimden sadece bir tek iş geliyor.
Senin gelecekte işkolik, gözünde gözlükler, kalem etek giymiş bir işkadını olmaman için elimden geleniyle herkesi uyardım. Oyunculuktan saparsam, onlar bana benim aslında ne olduğumu; sistemin beni olmaya zorladığı kişiden farklı olduğumu hatırlatacaklar. Eğer sen bunlara rağmen hayallerinin peşinden gitmeyip, kolaya kaçıyorsan; o benim suçum değil. Senin suçun.
Ben hep hayallere inandım, her şeyle ilgili. Sen hayallerimden vazgeçtiysen, sen ben değilsin. O zaman ben bile kendimi tanıyamam.
Kafamda hep soru işaretlerinin kalmasına neden olma.


Sevgiler
Deniz

19 Aralık 2010 Pazar

Yine zaman gitme zamani...

Aradan 5 sene gecmis, oldugumdan farkli biri olarak masamin basinda oturmus, basimdan neler gectigini dusunuyorum. Bircok seye ac basladim ben bu okula, yapacak cok sey vardi. Cogunu da yaptim aslinda; ama beklemedigim bircok sey de basima geldi. En yakin arkadaslardan kazik yedim, gun geldi, kendimi karsimdakine anlatamadim, denedim, olmadi. Gun geldi o kadar guldum ki, gozumden yas geldi. Beni tamamlayacak insanlarla tanistim ve kendimle ilgili bilmedigim cok sey ogrendim. Ne olmak istedigimi ve ne oldugumu ogrendim, anladim. Cogu kez kalbim kirildi; ama her seferinde ayaga kalkabilmeyi ogrendim.
Hayallerle geldim, hayallerle cikacagim bu yerden. Bir tek belki de o degismedi benimle ilgili. Hayat o kadar degerli ki, olumsuz yaklasmaya hic degmez, bunu hic kalbimden cikarmamaya calistim. Paulo coelho bir kitabinda insan ruh esini bulunca rahat eder diye yazmisti. Son anda onun suphesini bile yasadim, yakindan uzaktan bu okul bana bunu da yasatti.
Gitmek zor geliyor insana, hele bir de bir devrin kapandigini biliyorsa. Yillik yazilarimiza birbirimizi unutmayacagimizi soylesek de yillar sonra geriye az insanin kalacagi olasi. Keske oldugumuz gibi kalsak, diledigimiz gibi davransak ve en guzel anlarimizla birbirimizi hatirlasak.

19 Aralik 2011

17 Aralık 2010 Cuma

Low Tom-Tom, Floor Tom-Tom, Bass Drum

Ne yapmak istediğimi bir bilsem, bir bilsem.
Yazı yazmayı çok seviyorum; senaryolar, hikayeler yazmayı. Öte yandan hikayeleri okuyup, senaryoların bir parçası olarak onları oynamayı da seviyorum. Her gün bir başka karakter olmak, an geldiğinde odamda oturup, sadece kendimle yüzleşerek içimden gelenleri kağıda dökmek (ya da ekrana dökmek - her neyse) istiyorum. Kendi filmimi çekmek, onu yönetmek, en başına da "UNIVERSAL" 'ın dönen dünyasını yapıştırmak istiyorum.
Bunun için de gitmem gerekiyor buralardan. Uzaklaşmak değil; sadece gelecek için bana daha umut vadeden yere gitmem gerekiyor, o kadar.
Ama ne oluyorsa oluyor, bir yanım da burada kalmam için beni zorluyor. Herkesten uzak bir yaşam sürmektense, sevdiklerimle hayatıma devam etmeyi yeğliyorum bir anda; ama kalbimi ikiye bölmek ve bir yarısını burada bırakmaktan korkuyorum. Bu yüzden, öyle bir hale geliyorum ki, sanki biri "Gitme, boşver" dese, gitmeyebilecekmişim gibi hissediyorum.
Sanırım küçükken bana çok fazla film izlettiler ya da masal okudular, bilemiyorum. Olmuyor. Sanki o uçağa binsem, oyuncu olacakmışım gibi geliyor bana. Sanki Amerika'ya giden herkes oyuncu oluyormuşçasına...

15 Aralık 2010 Çarşamba

Yasamak Neye Yarar?

Sinavin da verdigi stresle sanirim, insan test cozerken istemeden soruyor kendine: "Neden?" Neden calisiyorum? Neden sistemin istedigi kisilik olmak icin ugrasiyorum? "Basarili olmak" tanimi ne icin basarili? Birine basarili dedigimizde, ona bu sifati hangi kritere gore yakistiriyoruz?
Hayati o kadar hizli yasiyoruz ki, gercekten bir an durup, "Ben neden varim, ne yapiyorum?" diye sormuyoruz bile. Ne oldugumuzdan habersiz, belki baskalarinin bizim icin "dogru" olarak adlandirdigi seylerin etkisi altinda yasiyoruz. Calismakla o kadar mesguluz ki butun hayatimiz boyunca, bir saniyeyi dahi icimizde hicbir tasa duymadan geciremiyoruz. Onu bile kendimize fazla goruyoruz. O zaman da su soruyu sormadan edemiyorum: "Biz bu kadar mi degersiziz?"
En kolayi cevaplayamayacagimiz sorulardan kacmakken, kacmamayi secmeliyiz, secmeliyim. Oturup dusunmeliyim. Bir cevap bulamasam da, aslinda su an oldugumdan daha fazlasi oldugumu bilmeliyim. Sonucta, benim yasamam bana yaramadiktan sonra, kime yarar?

12 Aralık 2010 Pazar

Green Eyes

Çok etkilendim ve bunu yazmak zorundayım.
Birkaç gecedir rüyalarımda bir adamı, bir çocuğu, yüzünü kestiremediğim birini görüyorum. O kadar garip ki, bir anda rüyama alakasız bir şekilde elinde gitarıyla giriyor ve Coldplay'den "Green Eyes" söylemeye başlıyor. Söyleyenin sesi Chris Martin olsa da, rüya esnasında şarkıyı söyleyenin adamın kendisi olduğunu düşünüyorum.
Her gece uyurken (!) kendime sabah kalktığında söyleyenin kim olduğunu hatırlayacağım diyorum; ama uyandığımda aklımda kalan tek şey Chris Martin sesli bir adamın bana şarkı söylediği oluyor. Sanırım gerçekten de o adamı tanımıyorum.
Ama kabul etmeliyim. Etkilenmedim değil. Sonuçta bir insanın karşısına geçip green eyes söyleyen nadir olur herhalde; fakat bu gece de rüyama girerse üzüleceğim artık. Şarkıları boşuna söylüyor. Sabah uyanınca onu hatırlayamıyorum bile. İsterse gerçek hayatta beni yolda ya da bir yerde bulup, bana bu şarkıyı söyleyebilir. Hem beni rüyamda bile bulduktan sonra, gerçek hayatta bulması o kadar da zor olmasa gerek.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Bir Bardak Su - bir hikaye denemesi

Sarılarla morlar. Kırmızı ve pembe,  gökyüzü siyah. Hepsi dönüp dolaşıp, yine beni buluyor. Kaçamadığım gerçeklikler gibi gök yere indi, beni kovalıyor. Ben kaçıyorum, ya da en azından kaçmaya çalışıyorum.Bana uzatılan bir çiçek, benim o çiçeği almam, yanlış anlamam, üzülmem. Yaprakları dökülen bu çiçek, içindeki anlamı kaybeden bir kalp ve senin çiçekleri aslında kime verdiğini bilemeyen ben. Sarılarla morlar. Bazen kırmızı ve pembe; ama gökyüzü hep siyah; çünkü o çiçek hiç olmadı, olamadı.Dün sabah erken kalktım ve üzerime sadece bir ceket geçirerek sokaklarda yürümeye başladım. Arnavut kaldırımlara takıla takıla yürüdüm, bir ara ayağımı bile burktum; ama tüm acılara rağmen yürümeye devam ettim. İlgimi çeken her evin önünde durdum, o eve bir hikaye uydurdum ve bizi oynattım hikayede. Hoşuma da gitti. Kendi kendime bir kapıya bakarken, kapı açıldı ve genç bir kız evi terk etti. Beni fark etmedi bile.Yolun sonunda karşıma sade bir köşk çıktı. O kadar beğendim ki o eskimiş tahtalarını ve yıkılmaya direnen vücudunu, ilk biriktirdiğim parayla o köşkü almaya karar verdim. Seni zorla eve bağlayamam tabii, hem hazır sen de şimdilik vermediğin çiçeklerle beni oyalıyorsun, bana gerçekten verdiğin çiçeklerin olacağı günler için, çatısı altında kalabileceğin bir evinin olacağını bilmeni isterim.Gariptir, birden dikkatimi evin girişindeki bahçe çekti. Solmuş birçok çiçek ve aralarında iki, bilemedin üç tane unutma beni çiçeği. Kendi kendime güldüm. Unutma beni çiçeğiymiş?! Çiçeği olsa ne yazar, olmasa ne yazar, gökyüzü siyah olduktan sonra…“HANFENDİ, DİKKAT EDİN!” Kalın bir erkek çığlığı bir anda düşüncelerimi yarıda kesmeme neden oldu. Adamı göremeden burnuma keskin bir yanık kokusu geldi ve yanıma yanan bir tahta düştü. Arkamı döndüğümde büyük bir grup insanın bana baktığını ve bana elini uzatan bir itfaiyeci olduğunu gördüm. Önce ona, daha sonra yanımda yanan tahtaya baktım ve kafamı iyice yukarı kaldırınca bütün evin alevler içinde olduğunu gördüm. Bu denli ilerlemiş bir yangını fark etmediğime göre saatlerdir o girişte bekliyor olmalıydım.Sarılar ve morlar. Hayır, sarılar ve kırmızılar. Alev kırmızıları, ateş turuncuları, yakıcı bir sarı. Gökyüzü, hala siyah. Şimdi düşünüyorum da; bıraksalardı, evle beraber kül olsaydım. Denedim. Eve doğru bir  adım bile attım, yalan söyleyemeyeceğim; ama itfaiyeci bana bağırmaya inatla devam edince, ona doğru döndüm ve yangından korkuyormuş gibi, beni kurtarması için feryat ettim. Yangın büyüdüğünden koşarak yanıma geldi, beni kolumdan çekti ve evden uzağa fırlattı. Teşekkür edecek vaktim kalmadan benden uzaklaştı ve evi söndüren arkadaşlarına katıldı.Beni bir kenara oturttular, üstüme bir battaniye verdiler ve sakinleştirmeye çalıştırdılar. Yazık. Sakin olduğumu anlayamadılar bile, ben de onlara sakin değilmişim gibi davrandım. Oynadım. Bana bir şey isteyip istemediğimi sordular; seni istediğimi söyleyemedim, onun yerine sadece: “Bir bardak su.” diyebildim.

5 Aralık 2010 Pazar

Yıldızlar

At every moment of our lives we all have one foot in a fairy tale and the other in the abyss.
Paulo Coelho
Eleven Minutes


Her yıldız mı göz kırpar insana? Nasıl anlatsam... Hani bakarsın bir yıldıza saatlerce ve o sanki seni olduğu yere çağırır ya. Tek düze hayatının dışında aslında daha farklı boyutlar olduğunu gösterir sana. İnanamazsın, seninle konuşur gibidir adeta. "Gözlerini aç" der, "Her şeyin dahası var. Hem de hayal edemeyeceğinden fazla." Sonra yine göz kırpar cümlesinin sonunda, söyledikleri adeta bir sırmış gibi.
Bir anda o yıldızın yanında bir başka yıldız belirir, o da çağırır seni. Sonra bir bakarsın, gökyüzü yıldızlarla doludur aslında. Bir yıldız başka gerçeklikleri vaat ederken, bir anda milyonlarca söz belirir gökyüzünde. "Sözler tutulmamak içindir." derler, inanmam. Ya ben bir gün bir yıldıza değersem? O bana göz kırparken, elimi uzatıp onu avcuma alırsam? Belki, o beni yanına alır. O beni uzaklara götürür. Belki o zaman o verilmiş sözleri de görürüm.


2 Aralık 2010 Perşembe

Yilbasi

Bugun o kadar guzel bir sey gordum ki. Hep yazdigim hikayelerdeki asklari begenen ben, iki arkadasimin askini gorup, gozlerindeki isiga tanik oldum.
Bu yuzden her sey sans uzerineyse eger, bu yilbasi biraz sans diliyorum.