8 Aralık 2010 Çarşamba

Bir Bardak Su - bir hikaye denemesi

Sarılarla morlar. Kırmızı ve pembe,  gökyüzü siyah. Hepsi dönüp dolaşıp, yine beni buluyor. Kaçamadığım gerçeklikler gibi gök yere indi, beni kovalıyor. Ben kaçıyorum, ya da en azından kaçmaya çalışıyorum.Bana uzatılan bir çiçek, benim o çiçeği almam, yanlış anlamam, üzülmem. Yaprakları dökülen bu çiçek, içindeki anlamı kaybeden bir kalp ve senin çiçekleri aslında kime verdiğini bilemeyen ben. Sarılarla morlar. Bazen kırmızı ve pembe; ama gökyüzü hep siyah; çünkü o çiçek hiç olmadı, olamadı.Dün sabah erken kalktım ve üzerime sadece bir ceket geçirerek sokaklarda yürümeye başladım. Arnavut kaldırımlara takıla takıla yürüdüm, bir ara ayağımı bile burktum; ama tüm acılara rağmen yürümeye devam ettim. İlgimi çeken her evin önünde durdum, o eve bir hikaye uydurdum ve bizi oynattım hikayede. Hoşuma da gitti. Kendi kendime bir kapıya bakarken, kapı açıldı ve genç bir kız evi terk etti. Beni fark etmedi bile.Yolun sonunda karşıma sade bir köşk çıktı. O kadar beğendim ki o eskimiş tahtalarını ve yıkılmaya direnen vücudunu, ilk biriktirdiğim parayla o köşkü almaya karar verdim. Seni zorla eve bağlayamam tabii, hem hazır sen de şimdilik vermediğin çiçeklerle beni oyalıyorsun, bana gerçekten verdiğin çiçeklerin olacağı günler için, çatısı altında kalabileceğin bir evinin olacağını bilmeni isterim.Gariptir, birden dikkatimi evin girişindeki bahçe çekti. Solmuş birçok çiçek ve aralarında iki, bilemedin üç tane unutma beni çiçeği. Kendi kendime güldüm. Unutma beni çiçeğiymiş?! Çiçeği olsa ne yazar, olmasa ne yazar, gökyüzü siyah olduktan sonra…“HANFENDİ, DİKKAT EDİN!” Kalın bir erkek çığlığı bir anda düşüncelerimi yarıda kesmeme neden oldu. Adamı göremeden burnuma keskin bir yanık kokusu geldi ve yanıma yanan bir tahta düştü. Arkamı döndüğümde büyük bir grup insanın bana baktığını ve bana elini uzatan bir itfaiyeci olduğunu gördüm. Önce ona, daha sonra yanımda yanan tahtaya baktım ve kafamı iyice yukarı kaldırınca bütün evin alevler içinde olduğunu gördüm. Bu denli ilerlemiş bir yangını fark etmediğime göre saatlerdir o girişte bekliyor olmalıydım.Sarılar ve morlar. Hayır, sarılar ve kırmızılar. Alev kırmızıları, ateş turuncuları, yakıcı bir sarı. Gökyüzü, hala siyah. Şimdi düşünüyorum da; bıraksalardı, evle beraber kül olsaydım. Denedim. Eve doğru bir  adım bile attım, yalan söyleyemeyeceğim; ama itfaiyeci bana bağırmaya inatla devam edince, ona doğru döndüm ve yangından korkuyormuş gibi, beni kurtarması için feryat ettim. Yangın büyüdüğünden koşarak yanıma geldi, beni kolumdan çekti ve evden uzağa fırlattı. Teşekkür edecek vaktim kalmadan benden uzaklaştı ve evi söndüren arkadaşlarına katıldı.Beni bir kenara oturttular, üstüme bir battaniye verdiler ve sakinleştirmeye çalıştırdılar. Yazık. Sakin olduğumu anlayamadılar bile, ben de onlara sakin değilmişim gibi davrandım. Oynadım. Bana bir şey isteyip istemediğimi sordular; seni istediğimi söyleyemedim, onun yerine sadece: “Bir bardak su.” diyebildim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder