25 Mart 2011 Cuma

Siyah-Beyaz


"You know what's wrong with you, Miss Whoever-you-are? You're chicken, you've got no guts. You're afraid to stick out your chin and say, "Okay, life's a fact, people do fall in love, people do belong to each other, because that's the only chance anybody's got for real happiness." You call yourself a free spirit, a "wild thing," and you're terrified somebody's gonna stick you in a cage. Well baby, you're already in that cage. You built it yourself. And it's not bounded in the west by Tulip, Texas, or in the east by Somali-land. It's wherever you go. Because no matter where you run, you just end up running into yourself."


Her eski bir aşk filmi izleyişimde kendi kendime diyorum ki, sorun aşkın olmaması değil; sorun hayatın siyah beyaz olmaması. Gerçekten. Hayat siyah beyaz olsaydı eminim o filmlerdeki gibi sadece birbirimize sarılıp, aşık olduğumuzu, birbirimizi sevdiğimizi anlar; tek bir kelime etmeden bütün duygularımızı birbirimizle paylaşabilirdik.
Bazen filtreli çekim olurdu. Mesela, sevdiğimizle birbirimize baktığımız anlar buğulu olurdu dünyanın geriye kalanı. Renklerin olmaması, hayatımızı hiç de etkilemez; tam tersine, yapaylığın içinde boğulmaz, olduğumuz gibi davranabilirdik.
Beyazın içinde gizli sözlere gerek kalmazdı belki; belki biraz daha gerçekçi olurduk. Hiç çekincemiz olmazdı. “Ya böyleyse?” demez; olduğumuzu ortaya koyardık. Biraz risk almasını öğrenir, bir şeyler için çok geç olmadan hareket ederdik.
Filmin adının “Tiffany’de Kahvaltı” ya da “Casablanca” olmasına gerek kalmazdı. Sadece bizim kendi filmimiz olur, adı da sadece “aşk” olurdu.


Belki de sadece fazla hayal kuruyorum, ha, ne dersiniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder